23/11/2021
Dünyada en yaygın insan hakları ihlalleri arasında yer alan kadına yönelik şiddet, Türkiye’de her gün daha da yakıcı bir probleme dönüşüyor, şiddetin bilançosu büyüdükçe büyüyor. Kadınlar her gün -özel ya da kamusal alan fark etmiyor- evlerde, iş yerlerinde, sokakta, tanıdıkları ya da tanımadıkları bir erkek tarafından hakarete maruz kalıyor, küçümseniyor, aşağılanıyor, dövülüyor, taciz ve tecavüze uğruyor, öldürülüyor.
2021'in ilk on ayında erkekler, en az 256 kadını öldürdü, 396 kadını taciz etti, 160 çocuğu istismar etti, 87 kadına tecavüz etti ve en az 670 kadına da şiddet uyguladı, yaraladı. 2021'in ilk on ayında 183 kadının ölümü basına "şüpheli" olarak yansırken, en az 27 çocuğu yine erkekler öldürdü. Bu dehşet verici tablo hiçbirimizin güvende olmadığını sesimizi daha da yükseltmemiz gerektiğini gösteriyor. İstanbul’da Başak Cengiz’i sokak ortasında kılıçla öldüren katilin “savunmasız olduğunu düşündüğüm için bir kadın seçtim” ifadesi aslında yalnızca fiziki bir savunmasızlığı içermiyor aynı zamanda cezasızlık kültürüne de vurgu yapıyordu. Lüleburgaz’da sendikamızın da üyesi olan İlknur Gökay Tuncel’i öldüren Selçuk Gezici de bu cezasızlığa güveniyordu. Bu kültürü oluşturanlar, uluslararası sözleşmeleri ve kanunları uygulamayıp failleri cesaretlendirenler bu cinayetlerin de sorumlusudur.
Kadınların maruz kaldığı şiddeti boyutlandırmak ya da sadece fiziksel şiddete indirgemek aldığı hasarı açıklamaya yetmiyor. Kadınların eşit ve özgür yaşaması, cinsel tacize, tecavüze, şiddete maruz kalmaması için sadece şiddete uğradığını ifade eden kadınların değil, bütün toplum kesimlerinin sesini yükseltmesi gerekiyor.
Şiddet uygulayan fail erkeklerin her birinin ve bu erkeklerin destekçisi olan yerleşik sistemin geriletilebilmesi için bütünlüklü politikaların üretilmesi gerekiyor. Bunun olmadığı her durumda erkekler mesleklerine, konumlarına, farklı aidiyetlerine, toplumdaki statülerine yaslanarak şiddetin üstünü örtüyor, karanlıkta bırakmaya çalışıyor. Bu yüzden her tür şiddeti meşrulaştırma çabasının karşısında failleri aklama çabasının karşısında tutumumuz net olmalıdır. Faillerin cezasız kalması, adalet sisteminin erkekten yana aldığı tavır, katilleri cesaretlendiriyor. Gerçek bir toplumsal adalet ancak eşit haklara sahip olmakla mümkündür.
İktidar sahiplerinin “kadın bizde kutsaldır” deyip ülkemizde kadına şiddetin geldiği noktayı göz ardı etmesi, Diyanet İşleri’nin “Kocanız size vuruyorsa sakince nedenini sorun” diyerek kadınlarla alay etmesinden, küçümsemesinden cesaret alan erkekler, kadınları öldürürken referanslarını iyi biliyorlar. Kadınlar kutsal değil, olmak da istemiyor. Kadınlar sadece eşitlik ve yaşam hakkı istiyor.
Toplumun her kesiminde ayrımcılığa uğrayan kadınların, mücadelelerinin ötekileştirilmeye çalışılması, iktidar eliyle kadınların marjinal taleplerde bulunduğu algısı yaratılması kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin ideolojik ve politik olduğunun göstergesidir. Kadınlar, dışlanmadan, aşağılanmadan, sömürülmeden, küçümsenmeden, can güvenliği kaygısı taşımadan yaşamak istiyor. Temel insan haklarının kadınlar tarafından mücadele nedeni olması ayıbını, ortadan kaldırmak yerine kadınlara bu mesele üzerinden ne yapacaklarını söylemek, parmak sallamak şiddetin yeniden üretiminden başka bir şey değildir.
Kadınların özellikle can güvenliklerinin sağlanmasına dönük atılacak tüm adımların değerli olduğu bu süreçte devletin ilgili kurumlarının sorumluluklarının yanı sıra belediyelerin de daha duyarlı olması gerekiyor. Kadınların kentlerde istedikleri saatte dışarı çıkıp, güvenlik kaygısı yaşamadan evlerine dönebilmelerini sağlayacak küçük adımlar fark yaratabiliyor. Örneğin son dönemde bazı belediyelerin akşam saatlerinde belediye otobüslerine iniş ve binişleri belirlenmiş duraklarla sınırlamayarak kadınlara özellikle istedikleri yerde inebilme serbestisi getirmesi değerli bir adımdır. Aynı şekilde 25 Kasım vesilesiyle bir kez daha hatırlatalım ki bu ve bunun gibi uygulamaların yaygınlaşması -mesela bütün sokakların güvenli bir şekilde yürüyebilecek şekilde aydınlatılması gibi- sosyal belediyeciliğin gereğidir.
Kadın mücadelesi, özgürlük ve demokrasi mücadelesinden, işçinin hak mücadelesinden ayrı düşünülemez. Kapitalist sömürü düzeninin, “zayıf halka” olarak gördüğü kadınlar üzerinden emek sömürüsünü normalleştirdiği, işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırıyı artırdığını görüyor ve kadınları güçlendirmek, kadın-erkek eşitliğini ve temsilini sağlamak için daha çok çalışmamız gerektiğini biliyoruz. Kadınlar bugün toplumsal cinsiyet eşitliği için, yok sayılan hakları, görmezden gelinen emekleri en önemlisi de erkek şiddetine karşı mücadele ederken onların yanında olmak, ayrımcılığın ve cinsiyetçiliğin karşısında olmak, eşitlik özgürlük ve adalet talebinin sesini yükseltmek gerekiyor. Kadına yönelik şiddetin de, kadının mahkûm edildiği yoksulluğun da karşısında, kadınların haklı mücadelesinin yanındayız. İstanbul Sözleşmesi Uygulansın, ILO 190 Sayılı Sözleşme İmzalansın.