17/10/2023
Yaşar Kemal’in “insanlığın en aşağılanmış yeridir” diye tanımladığı yoksulluğu bu “aşağılanma”nın açtığı gedikler ve her gün bu nedenle biraz daha eksik hale gelen yaşamlar üzerinden değerlendirmemiz, bir de bu açıdan düşünmemiz gerekiyor.
Yoksulluğun gözle görülebilen en somut sonucu aslında yırtık ayakkabılar, eprimiş elbiseler, çöpten toplanan yiyecekler değil; toplum ve iktidarların yoksula bakışından kaynaklanan haysiyet kaybıdır. Nitekim her yıl 17 Ekim’de kutlanan Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’nün bu yılki ana temasının ‘Herkes İçin Pratikte Haysiyet (Sosyal Adalet, Barış ve Gezegen İçin İşbirlikleri)’ olarak belirlenmiş olmasını buradan okumak gerektiğini düşünüyoruz.
Haysiyet/onur, insan için sadece bir hak olmayıp, diğer bütün temel haklar için bir şemsiye görevi görür. Başka bir deyişle “insan onuru” bütün hakları kapsayan temel haktır. Bu nedenledir ki dünyanın her yerinde yoksulluk ve yoksunluk içerisinde yaşam mücadelesi veren insanların göz ardı edilen haysiyetleri, bir lokma bir hırkaya muhtaç sayılardan ve oranlardan ibaretmiş gibi değerlendirilip hiçe sayılan yaşamları dolayısıyla bugün ayaklar altında, itibarsızlaştırılmış durumdadır.
Bu defa bu yazıda yoksullarla ilgili sayılara, istatistiklere asgari ücretle kaç ekmek ya da simit alınabileceğine, TÜİK’in manipülasyonları ve pembe tablolarına, dünyada hangi ülkelerin diğerlerine göre daha yoksul olduklarına yer verilmeyecektir.
Çoğu zaman ölümle eşdeğer görülen ve insanların yaşamla bağlarını iyiden iyiye zayıflatan yoksulluk, bugün dünyanın genelinde temel insani ihtiyaçların karşılanamamasına bağlı küresel bir sorun olarak varlığını etki alanını genişleterek sürdürüyor. Yoksulluğun her gün yeni trajedilerine tanık olurken insan onurunu nasıl alaşağı ettiğini düşünelim. Sayılarda boğulurken unuttuğumuz; bütün insanlık için yüce bir erdem olarak değerlendirilen onurun, yoksullar söz konusu olduğunda vazgeçilmesi, azalması hatta yok olması beklenen bir haslet olduğudur.
Yoksulluk başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere toplumun büyük bir kesimini derinden etkiliyor: Yoksullar, tehlikeli çalışma koşulları, güvensiz konutlar, yetersiz beslenme, adalete erişimdeki eşitsizlik, sağlık hizmetlerine sınırlı erişim gibi pek çok temel insani ihtiyaçla yaşamları boyunca sınanıyor. Yoksul oldukları için kazandıkları okula kayıt yaptıramayan gençler, yoksulluk nedeniyle ya hiç okula gidemeyen ya da okula devam edemeyen çocuklar (özellikle kız çocukları), atanamadığı için intihar eden işsizler, kısıtlı imkânlarıyla var olmaya çalışan yaşlılar, fahiş kiralar dolayısıyla barınacak bir ev bulamayanlar… Bunlar yaşamak için temel ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaya yakın bile ol(a)mayan hayatlardır. Sosyal dışlanmışlık bir tarafa, yaşamın periferisine savrulan oradan “verilen”e şükrederek yaşaması beklenen ve daha fazlası için çabası söz konusu bile edilmeyen, biat ettiği kadar var olmasına izin verilen yığınlar… Yoksulluğu güzelleyenlerin, onlara umudu katık ederek tok gözlü ve tevekkülle yarım bir yaşamı layık görmesi şaşırtıcı değildir.
Oysaki, insan onuru sadece kendi içinde temel bir hak olmakla kalmayıp aynı zamanda diğer tüm temel hakların temelini oluştururdu. Günümüzde uzun süreli yoksulluk içinde yaşayan birçok insan, onurlarının reddedildiğini ve kendilerine saygısızlık edildiğini deneyimlerken her geçen yıl fırsat ve gelir eşitsizlikleri keskin bir şekilde artıyor ve zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum daha da büyüyor. Yoksulluk ve yoksullukla mücadelede uygulanan sosyal yardımlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de derinleştirirken yoksulluk kadınları kuşatmaya devam ediyor.
Yoksulluk, tıpkı şiddet gibi cinsiyetçidir, eşitsizliğin ve ayrımcılığın temel sonucudur: “Kadınların sağlık hizmetlerine, eğitim fırsatlarına, mülkiyet ve finansal kaynaklara erkeklere kıyasla sınırlı erişimi; kız çocuklarının ve kadınların bakım rolüne ilişkin yerleşmiş sosyokültürel tutumlar, önyargılar; kadınların düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmaları ve kamusal yaşamdan dışlanması, yoksul hanelerde yaşayan kadınlar için erkeklerinkinden farklılaşan deneyimler yaratmaktadır”.
Bu koşullarla, vicdani bir sorumluluk olarak yoksullukla mücadelenin sadece iktidarların insafına bırakılması çözümü olanaksız kılıyor. Toplum olarak insanca yaşayabilecek yaşam standartlarını, herkes için ve eşitliği içselleştirerek daha çok talep etmek, mücadeleyi büyütmek gerekiyor.
Hugo’nun muhteşem özeti ne yazık ki hâlâ geçerliliğini koruyor. “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, ‘biz’ ise ortadan kaldırılmış yoksulluk!”.