24 Ocak 1980’de alınan ekonomi kararlarının üzerinden 43 yıl geçti. Ocak 1980- Eylül 1980 arasında uygulanamayan kararlar ancak 12 Eylül askeri darbesiyle uygulamaya sokulabildi. İşçiler üzerindeki bu ekonomik şiddet uygulamaları aynı zamanda siyasi, toplumsal ve kültürel bir şiddeti de birlikte getirdi.
Bu kararlarla ülke ekonomisi, kapitalist iktidarların ve sermayenin kaleleri olan IMF ve Dünya Bankasına bağlandı. 24 Ocak 1980 günü açıklanan “istikrar programı” ya da gerçek tanımıyla Türkiye’de 1929 yılından beri uygulanmış olan ithal ikameci sanayileşme politikasını tasfiye ve işçi sınıfını tahakküm altına alma kararları, işçi sınıfının dününü ve bugününü karabasana çevirdi.
Darbeci Kenan Evren de 1991 yılında 24 Ocak ile 12 Eylül ilişkisini şöyle anlatıyordu: “Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir” (Milliyet,7.1.1991). Bu nedenle DİSK’e 12 Eylül öncesi ve sonrasında hukuksuz ve şiddetli saldırılar gerçekleştirildi. DİSK’in örgütlenmesini engellemek için iktidarlar elinden geleni ardına koymadı.
Darbeden sonra uygulamaya konulan bu kararlar, daha sonra gelen her iktidar tarafından güncellenerek işçi sınıfının karşısına çıkarıldı.
24 Ocak kararlarının takipçisi olan iktidarların, adeta işçi sınıfına saldırının adı haline gelen “İstikrar Programları” işçi sınıfının belini daha fazla bükmekten, sermayenin rantını büyütmekten, emeği ve doğayı daha fazla sömürmekten başka bir şey getirmedi.
24 Ocak kararlarıyla birlikte iktidarlar işçi sınıfının refahtan alması gereken payı sermayeye aktardı. İşçi sınıfına düşen ise sendikasızlaştırma politikaları, düşük ücretler, güvencesizlik, işçi cinayetleri, baskı ve sürgün oldu.
24 Ocak kararları ülkemizde güvencesiz ve sendikasız çalışmaya mecbur bırakılan; milli gelirden ve ekonomik büyümeden payını alamayan yoksullar ve işsizler yarattı. 24 Ocak kararlarıyla birlikte gelen; emek sömürüsüne dayalı, sıcak paraya bağımlı, ranta odaklı ekonomi politikalarının acı sonuçlarını bugün de yaşıyoruz. Bugün yaşanan ekonomik krizde yüksek faturalar, yüksek enflasyon ve düşük ücret politikaları 24 Ocak kararlarının bugüne aktarılan mirasıdır. AKP, 24 Ocak kararlarının en büyük takipçisidir. 24 Ocak kararları ile başlayan özelleştirmelerin yüzde 88’i AKP döneminde yapılmıştır.
24 Ocak’ta işçiyi, örgütlenme ve sendikalaşma özgürlüğünü hedef alan politikalar da bugün büyük bir iştahla iktidarın amaçlarına hizmet ediyor. Daha bugün Schneider Enerji şirketindeki grev Cumhurbaşkanı Kararıyla yasaklandı. AKP döneminde grev yasakları da artarak devam ediyor. Son yayımlanan istatistiklere göre 16.1 milyon işçiden sadece 2.3 milyonu sendikalıdır. Geriye kalan 13.8 milyon işçi ise sendikasız. Gerçi bu veri de gerçeği yansıtmıyor. Resmi sendikalaşma verileri kayıt dışı işçileri hesaba katmıyor. Bu nedenle sendikalaşma oranı olduğundan yüksek çıkıyor. Kayıt dışı işçiler hesaba katıldığında toplam işçi sayısının artması ancak sendikalı işçi sayısının aynı kalmasından dolayı sendikalaşma oranı 1 veya 1,5 puan düşüyor. Öte yandan resmi veriler gerçek sendikal korumayı yansıtmıyor. Ülkedeki toplu iş sözleşmeli işçi sayısı 1,5 milyon civarında.
24 Ocak kararları iktidarların şekil ve isim değiştirmesi bir yana hiç değişmedi; emekçilere, adalete, özgürlüğe ve insan haklarına, demokrasi ve eşitliğe düşman 12 Eylülcüler tarafından emekçileri sindirmek için kullanılan bir enstrüman el değiştirip durdu. Bu anlamıyla 24 Ocak kararları aslında sermaye sınıfının işçi sınıfı üzerindeki tahakkümüdür ve bu tahakküm sürmektedir. Bu nedenle biz, sosyal ve demokratik bir cumhuriyette eşit ve adil bir yaşam, insanca çalışmak ve refah içinde yaşamak isteyenler olarak haklarımız ve geleceğimiz için sonuna kadar mücadele etmeye kararlıyız. Ya siz?