22/03/2020
COVID-19 salgını bütün dünyaya gösterdi ki doğal varlıklar ticarileştirilemez, doğal varlıklar üzerinden kar elde edilemez. Kamusal olan hiçbir şey özelleştirilemez.
Su, tüm canlı ve insan yaşamının kaynağıdır. Bütün bir yaşamın kaynağı olması dolayısıyla ekolojik sistemin en temel maddesidir. Tüm bunlara karşın dünyada erişilebilir tatlı su miktarı, dünyanın toplam su varlığının %1’inden bile azdır. UNESCO'nun hazırladığı 2019 Dünya Su Raporuna göre iki milyar insanın temiz su kaynaklarına düzenli erişimi yok, 4,3 milyar insan sıhhi tesisat kullanmıyor.
Rapora göre su kaynaklarına erişimi sınırlı olan insanların yarıdan fazlası Afrika ülkelerinde yaşıyor. Gecekondu mahallelerinde yaşayan insanlar, şehrin daha temiz bölgelerinde yaşayanlara göre 10 ila 20 kat daha pahalıya su alıyor. Ancak aldıkları suyun kalitesi büyük oranda daha düşük.
2,7 milyar insan, yılda en az bir ay su sıkıntısı çeken havzalarda yaşıyor. 2050 yılında, dünya nüfusunun %40’ından fazlasının su stresi çeken havzalarda yaşaması bekleniyor.
Kısıtlı olan tatlı su kaynaklarının endüstriyel, evsel ve tarımsal atıklarla kirletilmesi tatlı su kaynakları üzerindeki baskının daha da artmasına neden olmaktadır. Öyle ki bir litre atık suyun temizlenebilmesi için sekiz litre temiz suyun kullanılması gerekmektedir.1
Temiz ve İçilebilir Suya Erişim İçin Belediyeler Göreve !
Türkiye, sanılanın tersine, su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke kabul edilmektedir. Ülkede 50 yılda Marmara Denizi büyüklüğünde sulak alan yok edildi. Su fakiri olma yolunda ilerlemekteyiz.
Temiz ve içilebilir suya erişimin sağlanması ve su varlıklarımızın korunması konusunda belediyelerin önemli sorumlulukları vardır. Ancak, belediyelerin bu görevlerini layıkıyla yerine getirdiği söylenemez. Gerekli önlemlerin zamanında alınmaması nedeniyle yaşanan sorunlar artmaktadır.
Türkiye nüfusunun %9o’dan fazlası belediye sınırları içerisinde yaşamaktadır. Artan kentsel nüfusla birlikte, içme suyu büyük bir sorun haline gelmektedir. Su kaynakları, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklarla her geçen gün daha da kirlenmektedir. TÜİK’in 2016 belediye su istatistikleri raporuna göre Türkiye’deki 1397 belediyeden sadece 436 ’sının atık su arıtma tesisi bulunmaktadır.2
Ülkemizde su meselesine karşı piyasacı bir yaklaşım yürütülmektedir. Oysaki su, ekonomik bir kalkınma aracı değil tüm canlıların yaşam hakkıdır!
Türkiye’de su fiyatları, fiyatların oluşumundaki kıstaslar belediye meclislerinin aldığı keyfi kararlar ile belirlenmektedir. Suyun yaşamsal gereksinim olması nedeniyle öyle anlaşılıyor ki belediyeler, suyu başlıca gelir kalemi görmeye başlamışlardır. Su kar edilecek bir doğal varlık değildir. Kar varsa doğanın sömürüsü söz konusudur.
Su hakkı bu anayasal güvence altına alınarak; su varlıklarının ticarileştirilmesi, metalaştırılması ve belediyeler tarafından üzerine kâr konularak satılması engellenmelidir. Covid- 19 salgını gösterdi ki dünyada ve ülkemizde su hizmetleri bir kamu hizmeti olarak görülmeli ve herkesin yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilecek miktarda ve kalitede suya ücretsiz ulaşımı sağlanmalıdır.
Derhal, su havzalarının üzerindeki kapitalist baskı kaldırılmalı, rant, yapılaşma, Hidroelektrik Santral (HES) lisansları/ su kullanım hakkı anlaşmaları, maden arama izinleri vb iptal edilmelidir. Sermayenin, yeraltı ve yüzeysel sulardan kaçak su çekmeleri engellenmeli, kullandıkları suyu arıtarak tekrar kullanmalarını sağlayacak yasal zorunluluklar getirilmelidir.
Bilinmelidir ki; hiç kimsenin fiziki, ekonomik ya da başka nedenlerden dolayı suya erişimi engellenemez, su hakkı hiçbir şekilde gasp edilemez.
1 http://awsassets.wwftr.panda.org/downloads/turkiyenin_su_riskleri__raporu_web.pdf
2 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24874