01/02/2022
Kamusal alan ile özel alanlarımız arasındaki kurgusal olmayan, en sahici bağımız çöplerimizdir. Çöpler hakkımızda çok şey anlatırlar. Attıklarımız ya da tükettiklerimizden geriye kalanlar; eğitimimiz, ilgilerimiz, alışkanlıklarımız, sağlığımız, sosyal ve ekonomik durumumuz ve hatta dünya görüşümüzü kısaca kim olduğumuzu ele verirler. Bu nedenle kendimizi açıklama gereği duymadan, özel alanlarımıza da dahil etmeden yaşamımız hakkında -bazen yakın çevremizdekilerden de fazla- en çok bilgiye sahip olanlar temizlik işçileridir. Neredeyse bütün dillerde çöpün çağrışımları aynı olumsuzlukları barındırır; çöp değersiz olan, işe yaramayan, itilmişlik, unutulmuşluk, gereksizlik gibi pek çok tanımlamayla değerlendirildiğinden, -genellikle çoğunluk tarafından- çöp işiyle uğraşanlara da bu toptancı yaklaşımla aynı muamele edilir. Bu nedenle soruyoruz: Evet, onlar bizi çok iyi tanıyor, peki ya biz onları?
Kapitalizmle birlikte her geçen gün biraz daha artan bir iştahla sürekli olarak tüketen toplumlara dönüştükçe çöplerimiz de bu tüketime paralel olarak arttı ve devasa bir çevre sorununa dönüştü. Bu büyük sorunun ağırlığıyla yüzleşmek ve baş etmek zorunda olanlar ise öncelikle temizlik işçileri oldu.
Anayasa’nın 56. maddesinde hayat bulan “çevre hakkı” bağlamında yaşanabilir kentler için sağlıklı ve dengeli bir çevrenin yaratılması gerektiği kuşkusuzdur. Belediyelerin temizlik işleri müdürlüklerinin görev tanımı içinde yer alan temiz ve sağlıklı toplumsal yaşam alanları yaratmak ve sürekliliğini sağlamak işi, ağır bir yük olarak temizlik işçilerinin sırtındadır.
Belediye sınırları içindeki yerleşim alanlarında üretilen günlük kentsel atıkları toplayarak çöp biriktirme yerine taşımak, cadde ve sokakları süpürmek ve ilaçlı su ile yıkamak, pazar yerlerinin temizliğini yapmak, biriken artık ve atıkları kaldırmak, doğal afetle karşılaşıldığında, oluşabilecek su baskınlarının önlenmesi ve bertaraf edilmesinde diğer kuruluşlara yardımcı olmak gibi geniş bir yelpazede kamusal alanları bizim için var eden temizlik işçileri emek yoğun bir çalışmayla kentleri biz uyurken her gün yeniden üretirler.
Temizlik işçilerinin normal şartlarda zaten ağır olan çalışma koşulları, salgınla birlikte virüsün yayılmasını önlemek amacıyla kat kat arttı, caddeleri ilaçlı sularla yıkamaya ve daha çok süpürmeye başladılar; insanların virüsten korunmak için taktıkları ama sokaklardan toplayanların sağlığını hiçe sayarak yerlere attıkları maskeleri topladılar.
Temizlik işçileri fiziksel, kimyasal, biyolojik ve ergonomik riskler altında çalışmak zorundalar. Yoğun fiziksel emek gerektiren temizlik işlerini yapanlarda postür ve kas iskelet sistemi sorunları yanında vardiyalı çalışmaya bağlı olarak sabah erken ve gece geç saatlerde çalışmak zorunda olmalarından kaynaklanan psiko-sosyal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Yaptıkları işin niteliğinden kaynaklanan cilt ve solunum sistemi hastalıkları için kişisel koruyucu donanımların yeterli olmaması ise yaralanmalara ve çoğu zamanda kronik hastalıklara neden olmaktadır.
Temizlik işlerinde yeterli istihdamın sağlanması ve yaptıkları işin yoğunluğu ve toplumsal yaşamın sürekliliği için hayati önemi göz önünde bulundurularak güvenlik ve sağlıkları için de önlemler alınması gerekmektedir.
Temizlik işlerinin, vasıfsız bir iş olduğu algısı, yaptıkları işin yeterince takdir edilmemesi temizlik işçilerinin motivasyonunu, sosyal ve psikolojik durumunu olumsuz etkilemektedir. Çöplerin yere atılmasına dair sayısız uyarı bulunmasına rağmen bu eylemin sürekli tekrarlanması çevreye olduğu kadar temizlik işçilerine de duyarsızlıktır. Temizlik işçilerinin olmadığını düşünelim, “onların ellerinde yaşayan kentler”, nefes alamaz, varlığını sürdüremez.