22/02/2017
Kamu hizmetlerinde ve çalışma yaşamında, güvencesizliği daha çok yaygınlaştıracak köklü değişiklikler referandum öncesi dile getiriliyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Mehmet Müezzinoğlu, kamuda güvencenin "tapulu mal gibi olmasını" doğru bulmadığını belirterek, referandumdan sonra kamu personel reformunu yaşama geçireceklerini söyledi. "Memurun kendisini geliştirmesinin yolu açılmalı, performansı değerlendirilmeli” diyen Müezzinoğlu’nun önerdiği sistemde memura hem hizmet alan vatandaş hem de amirleri not verecekmiş.
Yapılmak istenen, iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmaktır. Bunun gerçekleşmesi için ise kamu çalışanlarının sayısının sınırlandırıldığı, işyeri ve iş tanımının her an değiştirilebildiği, ücretin ve yükselmelerin performans sistemine göre belirlendiği, çalışanların birbiriyle rekabete zorlandığı bir çalışma yaşamı kamu çalışanlarına dayatılacaktır.
Kamu personel rejiminde yapılması öngörülen değişiklikle aslında bütün bir çalışma yaşamında güvenceli iş tanımının tamamen kaldırılması hedefleniyor. OHAL sürecinde bir çok kamu çalışanının sorgusuz sualsiz ihraç edildiği uygulamalar, referandum sonrası hayata geçirilmesi düşünülen kamu personel rejiminde yaşanacakları bize gösteriyor.
Taşeron şirket işçileri, kadro talep ederken var olan kadrolu ve güvenceli çalışma düzeni de yok edilmeye çalışılıyor.
Zaten Sayın Müezzinoğlu yaptığı açıklamada bunun da mesajını şöyle verdi: Kamuda bütüncül bir düzenleme yapabilirsek, taşeronları bunun içinde çözeceğiz.” dedi. Biz buradan bütün çalışanların taşeronlaştırılacağını anlıyoruz. Anlaşılan o ki Bakan eşitlik talebimizi yanlış anladı. Biz herkes kadrolu, güvenceli çalışsın derken o herkesi kadrosuz, güvencesiz yapmaya çalışıyor.
Kısaca kamu personel rejiminde ki değişiklik; kamu hizmetinden yararlananları, kamu hizmeti üretenleri, kadrolu ve güvenceli iş talebi olanları kısacası milyonlarca yurttaşı doğrudan ve olumsuz etkileyecek.
“Kamu Personel Rejimi Reformu” adı altında yapılmak istenen, tek elden her şeyin yönetildiği bir çalışma düzeni. Yani üretenlerin söz ve yetki sahibi olmadığı, her türlü iş güvencesinin ortadan kalktığı bir sistem.
Siyaset kurumunun bu kadar etkin, etkili ve belirleyici olduğu bir ülkede hükümete yakın bir sendikaya üye olmamak bile var olan sistemde sürgün, kıdem sorunu, görev değişikliği gibi bir çok uygulamaya neden olurken, her şeyin daha da güvencesiz hale getirileceği bir sistemde; örneğin Başbakan’ın mitingine katılmamak da bir suç unsuru olarak görülebilir; siciliniz olumsuz etkilenebilir, ya da kamu görevinden ihraç edilebilirsiniz.
Getirilmek istenen sistemde, performans, kalite, verimlilik, ekip çalışması, üretkenlik gibi birçoklarının kulağına hoş gelen ama aslında iktidarın kamu çalışanlarını istediği gibi yönlendirip, şekillendirebileceği bir enstrüman olarak işlev görecek.
Halbuki kamuda performans değerlendirmesi yapılamaz. Kamu çalışanlarının yürüttükleri hizmetler; cinsiyet, inanç farklılığı, etnik kimlik ya da siyasi görüş ayrımı yapmaksızın ancak liyakat ilkesi temelinde değerlendirilebilir.
Kamuda performansı objektif olarak değerlendirmek mümkün olacak mı? Bir doktorun performansını sağlık çalışanlarına şiddetin bu kadar yaygın olduğu koşullarda kim neye göre nasıl değerlendirecek? Mevcut eğitim sisteminde öğretmenin performansını kim neye göre değerlendirecek? Liyakatın işlemediği amir, yönetici atamaları sisteminde memurun performansı objektif olarak nasıl değerlendirilecek?
Siyasi iktidarın kamu personel rejiminde kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda değişiklikler, alımlar, atamalar yaptığı ve siyasi kadrolaşmanın gelmiş geçmiş tüm hükümetlerden fazla olduğu koşullarda kamuda artık liyakattan bahsetme abes ile iştigal hale gelmiştir. Ama biliyoruz ki kamu çalışanlarının atanması, yer değiştirmesi ve görevde yükselmeleri için başvurulacak adres yine liyakat ilkesidir. Bu ilkenin işleyebilmesi için güçlü hukuk devletine gerek vardır. Ama en önemlisi kamu çalışanının güvenceli olmasıdır.